03 Mar Neden Qi Gong?
Bir çoğumuz yaşantılarımız içinde olduğumuzdan daha iyi yaşamayı istiyoruz. Bunun nedenlerini çoğu zaman bilemesek de istiyoruz. Doğamız bize hep bir adım daha ilerisine gitmemiz gerektiğini fısıldıyor. Kulaklarımızla duymasak da bedenimiz, aklımız, arzularımız, sağlık, çevresel ve maddi ihtiyaçlarımız bizlerin hep bir adım daha ileri gidebilmesi üzerine odaklı. Çocukluğumuzdan birey olarak toplum içerisinde yer edinişimize kadar geçen sürede bize öğretilen yegane şey hep olduğumuz yerin daha ilersine gidebilmek. Daha ilerisinde olmak. Beynimizin bütün parçaları sürüngen beyinden başlayarak, memeli beyin, cortex ve neo-cortex tabakaları adım adım hayatımızı daha uzun ve daha verimli sürdürebilmemiz üzerine çalışıyor. Soyumuzu devam ettirebilmeli ve bunu olabildiğince uzun süre tekrarlayabilmeliyiz.
Daha önceki yazılarımızda da buna benzer vurgularımız olmuştu. Bedenimiz düşünemiyor sadece bir takım eylemleri sürekli olarak tekrar ediyor. Canlı türü olarak önce memeli, sonra primat ve ardından insanız. Yaşadığımız koşullar içine uyum sağlayarak olabildiğince uzun yaşamak istiyoruz. Bu yaşam süresini de tüm şartları zorlayarak en uzun sürede tutabilmeye programlıyız. Bir diğer deyişle, hormonlarımızın, beynimizin en söz geçiremediğimiz parçasının güdümünde çoğunlukla tekrarlanan davranışlarla yaşam sürdürüyoruz.
Psikanalitik ya da Freudyen bakışla İD’imizin hükümranlığı bu. Bizim temel güdülerimiz olan barınma, beslenme, üreme güdülerimizin koşulsuz esirleriyiz. Yaşam kalitesi dediğimiz olgu ise bu parçalar üzerindeki bilişsel hakimiyetlerimiz. Yani diğer bir deyişle eğer biz kendimizi güvende tutabilecek bir eve sahipsek barınma güdümüzü hale yola koymuşuzdur. Bu güdünün yeterince tatmin edilmemesinden kaynaklanan güvensizlik ya da saldırganlıkları sergilemiyoruzdur. Yaşam alanımızın ne derece konforlu olduğu ve/veya ne kadar yeterli olduğu ise daha sosyal bir durumdur. Kontrolümüzü yitirebileceğimiz bir tehdit oluşturmaz. Benzer durumlar beslenme ve üreme güdülerimiz içinde söz konusudur.
Yeterli beslenememek bizi sağlıksız bırakabilir. Ancak hiç beslenememek bizi toplumun düzeni içinde tehdit haline getirebilir. Gündelik hayatımızı sürdürebilecek kadar beslenebilmek bizi dizginlenmiş tutar. Ne yazık ki bu sağlıklı birey olarak yaşadığımızın göstergesi değildir. Yalnızca koşullar içerisinde nispeten ya da görece uyumlu bireyler olabildiğimizin işaretleridir.
Bizi insan olarak diğer canlılardan ayırabilen özelliklerimizden bir tanesi de davranışlarımızı gözlemleyebilme yetimizdir. Gözlemlerken aynı zamanda davranışlarımızın gereklilikleri kadar, içinde olduğumuz çevre ile olan uyumuna da dikkat ederiz. Yani bulunduğumuz ortamda kabul görmeyecek davranışta bulunmaktan kaçınırız. Bu ayrıma varmamızı sağlayan davranışlarımıza verilen tepkileri gözlemlememizle gelişir. Gelişen ya da geliştirilmesi gereken bu beceri her zaman istenen düzeyde olmaz. Çünkü bunu koruyabilmek ve sürekli farkında olabilmek gerçekten zordur. Çaba ister, dikkat ister, disiplin ister, enerji ister, sebat ister. Çoğu zaman biri veya birkaçı bir arada bulunmaz. Aynen Nasreddin Hoca’nın helvası misali hepsi bir araya gelse bu defa biz orada olmayız.
Bütün bunlarla Qi Gong’un ne ilgisi var değil mi?
Gerçekten var. A’dan Z’ye kadar var hemde. Bizler çalışmalarımızda en başından itibaren bir hedef koymamaya gayret ederiz. Hedefin olmadığı bir çaba ile ilerleriz. Çabamızı düzenli tekrarlarla perçinleriz. Çabamız üst üste yığılarak birikir, Bu birikme bizi adım adım önce düzenli olarak yaptığımız çalışmalarımızı gözlemleyebilmeye götürür. Birlikte ya da tek başımıza çalışırken sadece o uygulamadaki değişimleri ya da devinimi izleriz. Bundan daha önceklikli bir durum yoktur o anda bizler için. Gerekte yoktur. Gerekçelerini o çalışmaların içinde hep beraber tartışır ve o bilgiyi anında uygulamaya geçiririz. Belli bir süre sonra bu gözlem sadece Qi Gong çalışmamızın içinde olmaktan çıkar hayatımızın içindeki başka durumlara da dahil olmaya başlar. Bu bizler için hem öğretenler hem de öğrenenler için çok değerli bir deneyimdir.
Qi Gong çalışmak bir macera gibidir. İlk başta basit görünen çalışmaların içinde zaman geçiririz. Hareketler oldukça basit görülür. Biraz biraz hareketleri becerebilmeye başladığımızda bu defa bir adım ileri geçilir. Hareketlerdeki eksiklikler görülür. Düzeltişler gelir. Bir kere daha sanki yeniden başlanıyormuş gibi tekrarlar gelir. Sıkılmaya alan yoktur çünkü her hareketin içinde minicik detaylarla gelen büyük devinimler gözlemlenir. Hepsi o anda, o bedenin içinde olmaktadır. Dışarıdan birinin gösterdiği bir omuzu yerine yerleştirme, gövdenin açısını ayarlama ile gelir. Bunu yaşayan orada yapandır. Gösteren değil. Dolayısı ile yapmakla gelen bilgi bir biçimde bir dönüşümü tetikler. Kendimiz dediğimiz formun üzerindeki kabanın alınabilmesi için içeriden bir baskı oluşur. Ta içimizden.
Her çalışma ile genelde bedenlerimizdeki ağrılarımızda azalmalar görülür. Adım adım duruşlarımız düzelir. Kambur duruyorken gittikçe dikleşmeye başlarız. Ataletimizin bizi durdurmadığını daha sonraları yakalamaya başlarız. Nefes alabilme hacmimiz değişir. Hormonal düzensizliklerimizde belirgin düzene girmeler olur.
Bütün bunlar neden olur?
En başta hareket ediyoruz. Aynı hareketleri düzenli aralıklarla yeniden ve yeniden tekrarlıyoruz. Bedene yepyeni alışkanlıklar öğretiyoruz. Beyne bambaşka sinyaller yolluyoruz. Gündelik hareketlerimizin dışında hiç yapmadığımız hareketlerle eklemlerimizi, kaslarımızı, tendonlarımızı çalıştırıyoruz. Kan dolaşımımızı arttırıyor, sindirim sistemimizi kendiliğinden uyarıyoruz.
Bu kadarı size yetmedi ise bizimle birlikte çalışmalara katılarak kendiniz görmek istersiniz öyle değil mi?
Facebook Sayfamız için tıklayınız.