Öğretmenin kusurları öğretiyi bozar mı?

Öğretmenin kusurları öğretiyi bozar mı?

Son günlerde memleketimizde belli bir öğretinin yaygınlaşmasında gerçekten çaba göstermiş bir şahıs hakkında bol bol haberler okur olduk. Pek çoğumuzu doğrudan ilgilendiren bir mesele aslında bu. Sadece yaşarken bu kadar dikkatli olamıyor olmamız yaşananları doğru değerlendiremememize sebep olabiliyor.

Her birimiz yaşam süremiz içerisinde kendimize uygun alanlarda çeşitli eğitimler alıyor ya da yollarda yürüyoruz. İster Sufi olalım, ister Taocu ister Kabalist, ister Yogi ne olduğumuz aslında sadece kişisel olarak kendi derdimizdir. Bir başkasını asla ilgilendirmez iken bir bunu birer prim aracı haline getirmeyi asla düşünmesek de daima yaparız. Yaparız çünkü dahil olduğumuz gruplar, sistemler, yapılar da insanlardan oluşur. Her yapı kendi jargonunu kendi sistemini oluşturur. Her kim biz bunu yapmıyoruz diyorsa lütfen biraz objektif inceleyin adı belki başkadır, söylem başkadır ancak eninde sonunda kendi alanında kendi krallığını oluşturmuştur o bilgi.

Bu öğreti ya da bilginin defolu olduğu anlamına gelmiyor. Bu sadece o bilgiyi yorumlayanın neyi ne kadar anlayabildiği ve nasıl aktardığı ile ilgili. Sonuçta her bilgi kaynağından günümüze gelene kadar binlerce farklı insanın elinde yeniden yorumlandı ve yeniden şekillendi. Nasreddin Hoca’nın sözü ile “suyunun suyu” aslında. Her ne kadar en özgün, en bozulmamış dediğimiz öğretiler bile günümüze adapte edilirken ya da yorumlanırken bambaşka ifadelere bürünüyor. Bu gerçekten o bilgi’yi kusurlu hale mi getiriyor. Bunu pek çok farklı açıdan tartışabiliriz. Orjinalini yaşandığı dönemde birinci elden görme imkanımız asla olamayacak bu durumda çekirdeğindeki öze ulaşmaya çalışacağız. Elimizde başka hiçbir çare yok.

Bilgiyi bize ulaştıranların da birer insan olduğunu asla unutmamamız gerekmekte. Bir öğretiyi aktaran insanın o öğretiyi eksiksiz ya da kendini ayrı tutarak anlatabilmesi bir başarıdır. Kişiden kişiye değişir. Ancak o bilgiyi yaşayabilmesi o bilgi ile kendini şekillendirip dönüştürebilmesi bunu yaşamının her alanına nüfuz ettirebilmesi dışarıdan rahatlıkla gözlemlenebilir. Gözlemleyenin payına düşen ise objektif olarak bakabilmek, ön yargısız görmek, anlayabilmek ve aktaranın insan olduğu gerçeğini yadsımamaktır.

Öğretmenler/üstadlar/ustalar her zaman olacaktır. İnsanın gelişimi için onlara ihtiyaç var. Ancak her biri insandır. Herbiri kendi yaşamında hatalar yapacak, tökezleyecek, sınanacak, hastalanacak, tuvalete gidecek, ağlayacaktır. En nihayetinde de ölecektir. Onları bizden ayıran hiçbir fark yoktur. Aynı karbon bileşiklerinin tezahürleriyiz. Aynı et, aynı kan, aynı irin. Her birimizi farklı kılan elimizdekilerle nasıl yaşadığımızdır.

Bütün bunların ışığında herhangi bir insanın hatası bir öğretiyi baştan sona kusurlu kılamaz. Sadece onu aktaranı bağlar. Öğretinin kendisi eğer ki insanı bilgeliğe, akla, gerçeğe götürüyor ise öğretene değil öğrenilene bakmaya devam edelim. Bilgi bizleri gerçeğe taşır. Gerçekle yüzleşirken kendimizden başkası bizim yanımızda yer almayacak öyle değil mi?

Işık bilgidir. Bilgiyi aktaranın karanlığı veya aydınlığı bilgiyi aydınlatmadığı gibi, karartamaz. Bu sebeple aktaran, aktarılandan üstün değil, aydın değildir. Biz  bilgiyi takip ettiğimiz müddetçe, ne yol biter, ne aydınlık.

Facebook Sayfamız için tıklayınız.



Skip to content