Carlos Castaneda, Taoizm, Budizm ya da Gerçekle Yüzleşme

Carlos Castaneda, Taoizm, Budizm ya da Gerçekle Yüzleşme

Peru asıllı Amerikalı antropolog ve geçtiğimiz 50 yılın en tartışmalı insanlarından biri olan Carlos Castaneda’nın anlatmaya çalıştıklarını biraz kurcalamak istiyorum.
Toplam 12 kitaplık bir seri ile bizlere okunması zor, anlaması ise çok daha zor bir takım kavramlarla tanıştırdı kendisi. Kitapları Meksikalı bir şaman ya da aslında kendi ifadesi ile bilgi adamı olan Don Juan Matus isimli kişinin izdeşi olarak geçirdiği süreci ve bu süreci eksiksiz anımsamasını temel alır. Tüm süreci hatasız anımsaması 30 yıl kadar sürer. Bu kitaplarla beraber bizlere gerçekten oldukça zor ve çetin bir yolculukla başbaşa bırakır. Yalnız ve kesintisiz sürdürülmesi gereken bir yolculuk.
Genelde Castaneda kitapları ile tanışanların çoğu ilk kitaplarında sıkça geçen bir takım halisünajenlerle yaşanan deneyimler nedeni ile oldukça yanlış anlaşılır. Yanlış anlaşılmasının sebebi okuyucunun o deneyimin asıl amacını öğrendiği 7.-8. kitapları kadar okunmamasından kaynaklanır.
Castaneda gerçekliği tonal ve nagual olarak iki temel başlıkta anlatır. Aslında bu isimler Meksikalı Kızılderililer tarafından verilmiştir. Gerçekliğin tanımlanabilir, görülebilir, düşünülebilir olan kısımları ile gerçekliğin tanımlanamadığı, kavramların varolamadığı alanlarını anlatır.
Benzer tanımları hem Taoizm’de hem Budizm’de de görebiliriz. Budizm kısmı benim bilgilerimin çok dışında. Kendi penceremden elimden geldiğince ifade etmeye çalışacağım. Taoist bakış açısını ise hem kişisel pratiklerim hem de öğrenebildiğim terminoloji üzerinden açıklayacağım. Taocu bakış açısına göre varlık karşıtlıklar sonucu oluşur. Yani en çok bildiğimiz hali ile yin ve yang’ın devinimi sonucunda varolur. Aslında en başta bir hiçlik vardır. Hiçlik (bizler için kadir-i mutlak olan ile hemen hemen aynıdır da diyebiliriz) varlok ve yokluğun fiziksel olarak dönüşebileceği bir birlik haline geçer. Bundan sonra da varlıklara kadar inen bir devinim başlar.
Castaneda kitaplarında bu varoluşu enerji bantları olarak anlatır. Aslında herşeyin tek olan bir enerji bandının farklı yayılımları olduğunu aktarır. Bu bantlar bilinen, bilinmeyen ve asla bilinemeyecek düzlemlerde vardır. İnsanın us’u ya da formu bu gerçekliklerin belirli kısımlarını kavrayabilir ya da anlayabilir.
Toaculukta gerçekliğin bu boyutlarının kavranabilmesi için kademe kademe ilerleyen, belirli bir sistematiği olan uygulamalar kullanılır. Gerçekliğin dokusu ya da mekaniğini anlayabilmek bizlerin “ben kimim ve ben neyim” sorularına yanıt bulabilmeyi hedefler. Doğal olarak bu yöntemlerde ustalaştıkça, idrak daha da derinleşmekte ve kişi asıl gerçeğin titreşimlerini görebilmeye başlamaktadır.
Budizm ise bunu zihin üzerinden yapar. Uygulamaları doğrudan zihnin süreçlerini, duyu organları ile elde edilen verilerin göreceliğini, değişkenlerin aslında gerçekliğin kendisi olmadığını kavrayabilme ve ardından gerçekliğin kendisini idrak etmeye, gerçeğin mutlak ışığına taşır.
Castaneda’nın bize aktardığı en karmaşık kavramlardan biri görmedir. Görme aura görme ile çok birbirine karıştırılır. Oysa ilintili değildir. Görme herhangi bir nesne ya da varlığı gerçek hali ile yani enerjiden oluşan bir tür koza gibi görebilmeyi anlatır. Evrende her şey -tıpkı periyodik cetveldeki en sağ sütundaki tam kararlı elementler gibi- küreye benzemeye çalışan ışık gibi görünen cisimciklerdir diye anlatır.
Budizm bu konuda çok daha ileri gider. “Bağıntılı varoluş” varolan, maddeye dönüşen her şeyin bir biçimde varolan her şey ile sürekli bir bağ ile bağlı olduğunu anlatır. Yani bir önceki varolan bir nesne ya da durum kendinden sonra gelecek olanın hazırlayıcısıdır. Eğer bu basit gerçeği kavrayabilirsek aslında ne bir başlangıç ne de bir son görebiliriz ya da asla bitmeyecek bir hareketi izliyor gibi gelebilir bize.
Castaneda görme ile bu bağıntılı varoluşu bilir. Bilmek ile kitabi bilgi arasında büyük hem de çok büyük bir fark var. Bizler için bunları konuşmak ile bunu görebilmek, tüm çıplaklığı ile görebilmek, epey sarsıcı bir deneyim yaşatır.
Castaneda için bu idrak, bireyin kesintisiz çabası ile sürekli ve eklemlenerek gelen birikme ile yaşanabilen bir süreçtir. Kişi kendisinin izini sürmeyi öğrenir. Rüya görerek tanımlar dünyası içinde sürekli yitirdiği ya da yeniden inşa ettiği gerçeklik sandığı parçaları toparlar ve gerçeğe bakabilecek bir dönüşüm geçirmeye hazırlanır.
Taocu, uygulamalar bireyi bedensel, zihinsel ve enerjisel uygulamalarla disipline eder. Elbette her yöntem de olduğu gibi güç ile bilgelik ayrımı özellikle Taocu uygulamalarda çok net ayrışabilir. Belli uygulamalar, özellikle uzun yıllar yapılanların sonucunda bir takım beceriler gelişebilir. Ancak becerilerin gelişiminin altında yatan esas itici güç gerçekle yüzleşebilecek kadar kişinin zihnen ve bedenen güçlenebilmesini sağlamaktır.
Budizm, hem rüya görme hem de gündelik yaşamda sürekli ve kesintisiz dikkati koruyarak gerçekliğin titreşimlerini yakalamayı, gerçek ile gerçek olmayanı kavrayabilmemizi hedefleyen pratiklerle örülüdür. En basit uygulamalardan en karmaşık olanlarına kadar hepsi tümü ile kişinin en büyük yolculuğunun her an devam ediyor olduğunu anımsamasını hedefler.
Her üç yol da aslında özünde tek bir yol’u anlatır. Gerçeğe ulaşmak için kesintisiz ve sürekli bir çaba ile, acımasızca, an be an mesafe katederek ilerlenmesi gerekliliğinin altını çizerler. Pek çok uygulama bizlere kolay ve basit gelir ancak bunları her gün sürekli yapabilmeyi başarmak yıllarımızı alır. Tam bir şeyleri kavrayabildiğimizi düşündüğümüzde gerçekten nerede olduğumu görüp gidilecek yolun çok daha uzun olduğunu farkedebiliriz.
Castaneda bizlere yansız, acımasız, sürekli tetikte olmayı gerektiren bir yolculuk yapmamızı anlatır. Bir kişinin çevresindeki durumlar içinde kaybolmasının sürekli onu tükettiğini ve sonunda bunun kendisini gerçekle asla yüzleşememesine götürdüğünü açıklar.
Taoculuk ise her birimizin dünyaya geldiği andan itibaren her an enerjimizi yitirdiğimizi, yitirilen bu enerjinin bir kısmının geri kazanılabildiğini, başka başka enerjiler ile de bizlerin gerçekliği anlayabilmesini sağlayacak yöntemlerle bir yol haritası sunar.
Budizm ise her varlığın bir biçimde gerçeğe ulaşabileceğini, bunun için gözlemlemeyi, olgular ve nesnelere fazla anlam yüklemeden, gelip geçici olduğunu sürekli anımsayarak an be an gerçekliğin ışığını görene kadar ilerlememiz gerektiğinin altını çizer. Aksi durumda gerçekle yüzleşebileceğimiz bir başka yaşam ihtimaline kadar bir şekilde yeniden ve yeniden varlık olacağımızı anlatır.
Özünde her üç disiplinde duygu ve düşüncelerin ötesinde kendiliğinden gelen eylemi en ön plana koyar. Eylemsizlik ya da tembellik yerine eylemi ancak eylemde iken içine benliğimizi karıştırmamamız gerektiğini olabilecek her biçimde yeniden ve yeniden anlatır.
Hiçbir ilerlemenin çabasız, disiplinsiz, hap gibi yutularak gelmeyeceğini; kesintisiz, sürekli, ölçülü ve disiplinli bir ilerleme ile gerçeğe varılacağını anlatırlar.
Uygulamaların benzerlikleri ve birbirlerinin yerine uygulanabilecek olanlarını da bir başka yazıya bırakıyorum.

Facebook Sayfamız için tıklayın.



Skip to content